
Ah o film, ah o şarkılar, ah sevgili Paris ve ah o kız- Audrey Tautou. Rüya desen rüya, şaheser desen şaheser, belki de bir başyapıt nacizane. Yıl 2002, sinemalarda afişlerinde gördüğüm o yüz sonra da bir akımdır radyolarda film'in soundtrack parçaları. Ve yine Paris. Biraz Renoir, biraz Seine Nehri ve de biraz Sacre-Coeur. Hani "Bayım parmak gökyüzünü gösterirken, yalnızca aptallar parmağa bakar." repliğinin olduğu Sacre-Coeur. Biraz da küçüklükten kalma bir kutudan çıkan sıcak yalnızlığım Amelie. Olsa da yesek cinsinden bir insanın, tek bir kimsenin her şeyi tamamen değiştirme öyküsü. İlk izlediğimdeki zamanla daha yarım saat önce izlemem arasında bir fark yok. Ama izledikten sonra beni de değiştiren müthiş kurgu, enfes müzikler, harika film. Tekrar tekrar izlenip, her seferinde kendimi fotograf çekmeye zorladığım, çekemediğim; ama olsun hayat güzeldir deyip aynı pozları tekrar tekrar çekmeye çalıştığım kısır döngü içersindeki küçük oğlan çocuğu Amelié. Kulağımdaki Yann Tiersen, unuttuğum hatıraların canlanması, yazma istediğim, Amelié. Aradığım insan Amelié. Neredesin, Amelié? Seni bulmak için senin gibi olmayı mı öğrenmek gerek illa? Aynayla ışıksa görmek istediğin, öyle olsun Amelié. Ben taş sektirmeye gidiyorum, belki orada görüşürüz. Tek isim, tekrar tekrar söylenesi: Amelié, tekrar tekrar izlenesi.