20071231

Yıl sonu gecesi Vol.2


Dehşetengiz bir buzdolabına sahibim. Niye diye soracak olursanız büyük bir ihtimalle e yeni yıl diye anlamsız bir cevap vermekten alamam kendimi. E yılbaşı geliyor tabi, heleki benim gibi evde-hadi evi geçtim yurt odasında geçirecekseniz, adam akıllı bir stoğunuz olması şart. Aslında deli hayaller kurmuştum; tombalasıydı ışığıydı zartıydı zurtuydu büssürü ithal bisküvi alacaktım ama olmadı alışveriş çılgınlığı denen hadise beni Pull&Bear raflarına hapsetti, sonra D&R'dan filmini merakla beklediğim ama bi türlü gidemediğim, gitsem beğeneceğim ama filme yapılan eleştirilerden sonra euh diyerek üşenmeyip o kadar para bayıp kitabını aldığım Altın Pusula. Efenim sadık bir Nikol hayranı olup, filminin fragmanını sevsem de işte namümkün oldu gidebilmem o filme ama olsun Majisteryum hazretleri ile bizzat tanışcam. Gene dolaylı olacak ama doğrudan dolaylı. Hani sonsuz sayıda sınırlı noktalar kümesi gibi. Muamma, dilemma, ikilem, düzlem, len? Gene saçmaladım kusruma kalmayın. Malumunuz sınav derdi olmayınca insan böyle genişliyor, jöle gibi yayılıyor. Konu yayılmak olunca zaten jöle bir, tembel insan ikidir. Tembelim demiyorum ama bi tişörtü aldıktan sonra aldığım yere bırakmam-katlamam dursun ortada ne zararı var di mi? işte böyle bir yayılma sonucu fark ettim ki ne oturacak yerim ne de yatacak yerim var. Odada tek boş yer giysi dolabım olmuş, e orada da uyumak mümkün değildi diyerekten bi tükürük sağ elime diğer tükürük sol elime ver elini B5102 dedim ve düzeltmeye koyuldum odayı. Ha bi de A5102si vardı bunun iki sezon önce, gene odada girmiştim yeni yıla, eh eh eh ne gündü ama. O biskremimsi bisküvinin tadı hala aklımda... Şimdi dolapta Biskrem Dark mı Darko mu Darker mı ne öyle bir şey var. Belki güzeldir tadı hiç denemedim. Deneyince söylerim. Böyle şans eseri beytikebabı yedim bi gün. Adamlardan, Kazım Usta'ydı galiba, kaburga istedik bize o yok bu olur şu olur dediler, ismi çok hoşuma gitti. Denemişliğim yok ama Beyti alalım o zaman dedim. O zaman bu zaman, o gün bugündür ille de Beyti Kebabı, yiyin efendim tavsiye ediyorum. Şimdi siparişim gelmiş, gitmeli almalı yemeli. Ne demiş Prof. Dumbledore: Yumulun!
Yıl sonunuz kutlu olsun ifenim, saygılar, mutlu yıllar.

20071218

Sushi, Udon, Mama



Efenim ben böyle İstiklal'de ya da Beşiktaş'ta ya da bilimum alışveriş merkezlerinde dolaşırkene ünlü sima görmeye bayılırım. Yani bir adım uzakta dokunulması imkansız gibi görülen insanlar seninle aynı havayı soluyor.

Yok yok, konserine gitmek gibi bir şey değil bu. Çünkü kendi isteğiyle gelir kendisi, ama bu rastlaşma bir kaçamaktır, acaba o mu duygusu vs vs. dir ve tadı muazzamdır. İşte soğuk bir İstanbul akşamı, SUTJEK klubü ile bir Japon lokantasında kimi göreyim bir de. Sertap Erener. 2006 yazında bizim okulda konser veren, küçükken şarkılarını dinlediğim insanla aynı yerdeyiz. Aynı masa olmasa bile bir adım arkamda yemek yedi. Hem de benim yediğim şeyin aynısından. Böyle garip bir duygu olsa gerek. Neyse garip ve lezzetli bir deneyimdi şahsen. Kendimi birkaç dakikalığına ünlü hissetmedim değil.

Neticede insan hissettiğidir.
Yoksa değil midir?

20071211

Just Easy as A.B.C


Valla saat tam olarak kaçtı bilmiyorum ama sanırsam gecenin dördü. Bilen bilir bizim dağ başındaki okulun yanında ufak bir yerleşim var. Böyle köy desen köy değil, kasaba hiç değil. Bir metropolün kustuğu bir yer bence. Belki oranın karşısındaki tarla arazisinden geldi kim bilir. Sonuçta gecenin geç ve ürkütücü olduğu bir vakitti. Böyle 3-4 köpek delirmişcesine havlamaya başladılar. Korktum tabi haliyle. Hani uzaklar falan da, ne bileyim rahatsızlar belli. Havanın soğuğu, belki yoldan geçen bir otomobilin ışığı, yok yok belki de bir katilin hain planları. Öyle ya da böyle bir rahatızlıkları vardı ve ben de korktum. Bugün işte okulun dışına çıktım. Saat o kadar geç değil ama gece 11. Aynı köpekler olsa gerek, gene başladılar havlamaya. bu sefer daha yakından. Daha gür, daha güçlü daha korkunç. Arabaya nasıl atladım bilmiyorum, ama hedefleri bendim sanki. Yok ben değildim de sadece egosentrik yaklaşmak istedim. Buralara kar yağmadı hala bu arada. Yağsa kışın geldiğini anlasak. İnatla kuşlar cıvıldaşıyor. Hem de gecenin geç yarılarında. Neyse ki kulağımda Justice- D.A.N.C.E ezgisi loopa takıldı da böyle neşeli neşeli yaşıyorum. Tam cheer müziği. Klibi de ne menem şey öyle. Böyle tüm t-shirtlere hasta olduğum yetmezmiş gibi o vokaldaki dalgalanma beni benden alıyor. Kayıp gidiyor kulağımdan. Hatta bir kulağımdan girip diğerinde çıkıyor ve bunu hissediyorum. Bugünün bir de önemi var aslında. 5Ytl orta boy pizza yiyen var mı aranızda. Evet şaka gibi, Dominos Pizza'nın 80. şubesi şerefine bugün fiyatlar 5Ytl'ye indi. Vauv! O dublex hamurun içindeki peynir. Hmmm. Sınav çıkışı homidigırtlak pizza. Yanlış hatırlamıyorsam yazın 50. şubelerini açtıklarında da böyle bir kampanya vardı Dominos'ta yani 100. şube şerefine; pizzalar gene 5 Ytl olacak. Şaka gibi. Belki de köpekler pizza kokusuna havladılar kim bilir şimdi sesleri kesildi çünkü. Sessizlik iyidir çünkü. (Bazen.)

20071106

Yağan yağmursa içtiğimiz ne?


Diye bir soru geldi aklıma 6 kasımın gecesi saat 1'e gelirken. Yağışlı, belki de sulu sepken? Yıl sonu gecesi misali kışla dolu, yılbaşı gecesi gibi sabahın olmasıyla dolu. Aslında sadece sulu. Anlam veren gecelere, sadece üç beş kelime. Yağan yağmursa içtiğimiz ne?

Gibisinden nacizane saçmalayan bu bünyeyi mazur görün sevdiceklerim, okurken yüzünüzde bir gram gülümseme varsa ne mutlu derim. Şiir yazmak değil benim işim. Ama elde değil mevsim kışa vurdu diye yazıyor bünye. Bünye dediğim de bendeniz patik, hüzünlü, duygulu. Şiir dolu, şairane, myspace'deki emolar gibi, nacizane.

20071010

Le Fabuleux Destin D Amelie Poulain nam-ı diğer Sevgili Amelié


Ah o film, ah o şarkılar, ah sevgili Paris ve ah o kız- Audrey Tautou. Rüya desen rüya, şaheser desen şaheser, belki de bir başyapıt nacizane. Yıl 2002, sinemalarda afişlerinde gördüğüm o yüz sonra da bir akımdır radyolarda film'in soundtrack parçaları. Ve yine Paris. Biraz Renoir, biraz Seine Nehri ve de biraz Sacre-Coeur. Hani "Bayım parmak gökyüzünü gösterirken, yalnızca aptallar parmağa bakar." repliğinin olduğu Sacre-Coeur. Biraz da küçüklükten kalma bir kutudan çıkan sıcak yalnızlığım Amelie. Olsa da yesek cinsinden bir insanın, tek bir kimsenin her şeyi tamamen değiştirme öyküsü. İlk izlediğimdeki zamanla daha yarım saat önce izlemem arasında bir fark yok. Ama izledikten sonra beni de değiştiren müthiş kurgu, enfes müzikler, harika film. Tekrar tekrar izlenip, her seferinde kendimi fotograf çekmeye zorladığım, çekemediğim; ama olsun hayat güzeldir deyip aynı pozları tekrar tekrar çekmeye çalıştığım kısır döngü içersindeki küçük oğlan çocuğu Amelié. Kulağımdaki Yann Tiersen, unuttuğum hatıraların canlanması, yazma istediğim, Amelié. Aradığım insan Amelié. Neredesin, Amelié? Seni bulmak için senin gibi olmayı mı öğrenmek gerek illa? Aynayla ışıksa görmek istediğin, öyle olsun Amelié. Ben taş sektirmeye gidiyorum, belki orada görüşürüz. Tek isim, tekrar tekrar söylenesi: Amelié, tekrar tekrar izlenesi.

20070813

Geldim efendim, hoşbulduk!

Gelmek için tabi bir yerleri görmek, bir yerlere gitmek gerekir. Evet öyle de oldu. 50 küsür şehir hem yurt içinde hem yurtdışında görerek, yüzlerce insan manzarası dahilinde.


PS: Bu benim belki de tek interrail yazımdır, kalmış ortada, yazık dedim. Viyana'dayım şimdi, eski mustafa, zavallı mustafa tahmin etmezdi buralara geleceğimi, isterdi hep p küçük mustafa. Sahi ne zaman gittin tam 18 oldugunda, şimdi 20 oldu o mustafa. Ah mustafa, ne çabuk büyüdün, attın parayı Fontana di Trevi'ye, ne oldugunu bile bilmeden. Bak gidiyorsun gene işte. Pişmansın bu hafta gitmediğine, git mustafa, gez mustafa. Mustafa:D benim adım da Mustafa

20070315

Where is the Kirli?

Not death yet :)

20070223

Phoenix


Efendim, anka kuşlarını bilir misiniz? Elbet bilirsiniz, hani Kaf Dağı semalarında yaşayan kuşlar. Talih getirenler. Evvela ismine aşina olduğunuz bu kuşlar çok enteresan yaratıklardır. Nerden mi bilirim, ben onlardan biriyim. Talih kısmına gelişgüzel inanırsınız da neden konuştuğumu mu sorgularsınız, haklısınız adetimiz değildir. Konuşuruz aslında. Yani doğru bilirsiniz de sizin bildiğiniz, biz kuşlar ademce konuşmayız. Ama ben konuşan türdenim de o yüzden beni anlarsınız. Artık mucize mi dersiniz, palavra mı, inancınıza saklayın. Antenleri açın da dinleyin derim ben. Çünkü benim söyleceklerim var. Ne mi söyleyebilirim, çok şey efendim. Alemler demeye dilim varmaz ama bir çok dünya gördüm de bunun gibisi yok. Kıymetini bilmek gerek. Kıymeti nerden mi geliyor. Bizzat Ademoğlu'nun cismi yeter de artar bu kıymete değer biçmeye.Evet efendim. Biz anka kuşları şans getiririz, baht açarız. En çok da çobanları severiz. Kaval sesine de bayılırız. Siz de bilirsiniz ki, devlet adamı mı çıkarmadık, reis-i cumhur mu türetmedik? Yaptık oğlu yaptık da

kimin nerden haberi olacak çünkü sus pus otururuz biz. Gene bir gün, yedi semanın sınırlarında uçarken bir kaval sesi duydum. Bir çok kaval sesine kandım da, bu tını, bu frekans bambaşkaydı. Hani milyarlarca ses bilirim de bu kadar kendisini ifade eden bir ezgi... Üç tur döndüm de üç turun her birinde farklı bir şekilde uyandım. Üç kere kül oldum da yeniden doğdum. Yanıp kavruldum da, döndüm duruldum. Bahusus bu çobanı mükafatlandırmak gerek, gördüm de talih kuşu gibi kondum. Talih bu garip çobana güler gülmez, kavalın sesi kesilmesin mi? Ne ben anlam verebildim, ne de çobanın sürüsü. Meee dedi durdu sürü. Meee'lemeler sürecek diye beklerken birden gökten üç elma düştü. Üçü de bizim çobanın başına. Hem de ne elma. En sulusundan, en dolgunundan, en kırmızısından. Üç elma düşer düşmez bizim çobana üç kısmet çıktı. Ne çok kısmet gördüm de ben bunlar gibi kısmet görmedim. Biri bembeyaz bir at en dirisinden, biri simsiyah bir kısrak en güçlüsünden. Bir diğeri de ateşten çıkmış gibi, kor alev gibi bir tay. Bizim çoban çocuk. Kendine yakın hissetti diye atladı tayın üstüne. Adına da Talih koydu. Bir de koşu koştu. Bizim Talih kazadı anlayacağınız. Ben nece kazanmalar gördüm de bunun gibisine tanık olmadım. Talih hem yarışı kazandırdı, hem de kendi iyi bir para etti. Yani Talih gitti anlayacağınız. Bizim çoban ise talihsiz kaldı. Ama parasızlıktan iyidir. Şehir hayatı ya bu. Bir ay geçti, ama ne çetin bir ay. Bizim çoban parasız kaldı. Kendini ifade edecek bir kaval kalmıştı. Bir çaldı, pir çaldı. Olacak iş değil ya bizim çobana iş teklifi yağdı Avrupalardan. Elbet birini kabul etti de gitti. Parasız da kalmadı. Hatta paraya para demedi. Fakat ne zaman mevzu paradan açılsa, Talih gelir aklına. Bir gün görmeye gitti Talih'ini. Talih ya bu, bir çifte attı bizim kavalcıya. O gün bugündür bir hayal görür bizim çoban bir zümrüdüanka üzerine dillenmeyi bekleyen.

20070213

V-Day Massacre

Çiçekler hazır. Gül olması tercihimizdir.
İnternet üzerinden satış yapan siteler duyurularını da attılar, bu aralar sadece çiçek gönderimi yapılıyor. Kargolar da iyi iş yaptı. Çikolatasız olmaz tabi. Biraz da alkol olsun. Aman kalsın. Her yeri de boyayalım toz pembe renge. Oooo beklenen gün geldi. Satışlar da iyi. Ne mutlu herkes mutlu.

Yok efendim kesinlikle yok benim karşıtlığım böyle sevgi dolu bir güne. Ama aşırıya kaçtığına inanıyorum Yılın diğer 364 gününden bazen de 365 gününden farkı nedir cidden anlamıyorum. Tamam belki doğum günündür belki anlayışla karşılarım belki o gün tanışmışsınızdır. İsabet ama kalk da bugüne anlam kat. Olmaz ya. Cidden para tuzağı gibime geliyor. Tatilde Bridget Jones'un Günlüğü'nü okudum. Evet filmi var, ama okumayı tercih ettim. Öyle sevilesi bir kitap değil. Ve galiba filmi daha eğlenceli olsa gerek ama en azından okuması zevkliydi ve bazı şeyleri gözler önüne serdi. Aslında Bridget'e bazı yerlerde hak vermedim değil. Tamam kendisi kadın olabilir ama erkekler karşında gördüğü haksızlık ya da duyumsamazlık nedense Bridget bana farklı bir açıdan görüldü. Bence kendisi hayatımda gördüğüm en ezik insan tipi. İstediği hiçbir şeye ulaşamıyor neredeyse. Sorna anne sözünden çıkıyor ki bilirim büyüklerin bazen bildikleri oluyor. Bridget neden ezik; çünkü kendine hakim olamıyor. Bazen bekarlığın o tatlı özgür dünyasında sınırsız zevklere ulaşırken, bazen de hayatından bezmiş bir kadın olup bırakmak istediği sigaraya geri dönüyor. Gereksiz alış-veriş ve kalori alımı da cabası. Kendisi söyledi halbuki, insanlar çift haline bürününce güçten düşerler. E öyleyse neden Rönesans'taki gibi bireyselcilik yerine insanlar "çiftselliğe" dönüyor, bilinmez.

20070212

Vodafone, you can't purchase me


Takdir etmek gerek, Vodafone güzel bir şekilde girdi Türkiye'ye. Bence girdiği de iyi oldu. Halen tam Vodafone olmadı ama olunca güzel olacak. Eminim. İşte o gün benim de bir Vodafone'um olacak. Yani en azından ben öyle düşünüyorum ama reklamlarında benim zayıf noktalarımı bulmaya devam ederse, kendimi düşünemiyorum.

Hakkını yemeyelim reklamları gerçekten güzel. Hele İngiliz polisini görünce şaşıran Istanbullu amca ve Pisa'dan uydu görüntüsüyle Istanbul'dan zoom-out. Bence fazla Vodafone'ca. Özellikle reklamlardaki oyunculara ne demeli. :)

İletişim önemli tabi, hatta bu ismi çok güzel kullananlar var. Eskiden kitap en güzel iletişim aracıydı. Hem de bayağı eskiden ve şimdi bakıyorum da önümde sadece 2 kitap var ve ikisi de iletişim yayınlarından. Bir tesadüf olamaz bence; iletişim gerekli. Ama iletişimin yolunu da bilmek gerekir. İnsanlar tartışarak da anlaşır, konuşarak da. İletişim sonuçta bir mesaj iletmekten geçer. İyi ya da kötü şekilde iletişim yani. İletişim güzel şey ama. İletmesini bilene. Başladı Vodafone reklamı... Güzel jenerik müzik...

Sevgilerimi iletiyorum efendim. Sağlıcakla.

20070208

Yakın Dost

"Eski Japon kültürüne göre parıldayan her şey değersiz ve bayağı kabul edilirdi.Yeni bir fincan veya vazo, ürküntü verirdi. Çünkü parlayan bir nesne yenidir ve yeni olduğundan henüz kullanımının ona kazandırdığı soylulukla değer kazanmamıştır.Eskimiş, pek çok kez çay içmekten ötürü kararmış bir fincan, bizimle yaşamış, sabrımızı ve özenimizi aktardığımız bir eşyadır ve zamanla hem bizim huyumuzu, hem duygularımızı yüklenmiş ve bize hizmet ederek bunun karşılığını vermiştir.Uzun süreli bir dostluk zamanın kararttığı bir fincanınkiyle eş değerde izler taşır.Gündelik eşyalarda da, arkadaşlıklarda olduğu gibi çatlaklar ve gölgeler bulunur.Bir fincanı firlatıp atmamak ve bir arkadaşı yaşantından uzaklaştırmamak için sabır ve sadakat gibi son derece önemli, ama artık pek sık rastlanmayan iki duyguya gereksinme vardır.Sabır, yüklendiği rol gereği bir tuğlaya, sadakat ise bir köke benzer. Sabır acelenin, sadakat ise tüketimin panzehiridir."

Kaynak: İnternette bir siteden alındı; sitenin adını maalesef kayıtlarımda tutmadım.

20070128

Arumina-Death Note


Alumina
Vocals: Nightmare

A momentary sparkle twinkles within the flowing time
I’m a Believer who can keep walking so to engrave into this world’s memories

I had a dream that no one else could have and I threw away everything that I didn’t need
Thoughts that I can’t surrender dwell in my chest

Even if I’m still in the rift between reality and ideals and my feet are bound by shackles of sacrifice
My overflowing impulse isn’t fully repressed because I have a heart that yearns powerfully

“Pretense” “Fear” “Vanity” “Grief”; I won’t be weak enough
To be apprehended by the various negative things; I’m a Trickster who doesn’t know loneliness

The groups of buildings that pierce the night sky, I look up at the air in which stars and such are invisible
And ask myself, “Won’t I be lost?”

Things like being smeared by those who overflow in this entire city or being infatuated won’t happen to me
Because at the end of the road that connects to the future, I want to see something that’ll grab onto my hand

I close my eyes and it surfaces in my sea of consciousness: the moment when I’ll get the ideal that I’d pictured

To merely receive limited “life” in this world and rot away is equal to being stupid
Go toward that which no one else can have- the crystal known as “my oneself”

The fact of piercing through the whitewash will turn into the truth someday
I want to keep believing in it stubbornly; It’s just my faith. The absolute truth.

A momentary sparkle twinkles within the flowing time
I’m a Believer who can keep walking so to engrave into this world’s memories

20070127

Meraklandırdın sen beni!

Bir, iki, üç. Her gün artıyormuş galiba bu yazıları okuyan insan sayısı. E mutluyum işte ben de. Hele biri var ki sağolsun hergün olmasa da bakıyor arasıra yeni bir şey var mı diye. Merak etme baktın mı diye ben de sana bakmıyor değilim. Gayet merakla ve severek izliyorum. Sağol ama bak cidden meraktayım kimsin sen? Hani bi iletişime geçsen diyorum :) çok mutlu olacağım. Valla sözüm sana, iyi bir takipçimsin, seni seviyorum o yüzden. Ben herkesi mi seviyorum zannediyorsun. Yoo, gayet hayır. Yalnızca seni. Hadi söyle kimsin sen:)

Peki ben kimim? Bugün başladım bir kitap okumaya, hani tesadüf desem kesinlikle değil, kitabı dersin bir gerekçesi olduğu için okumam gerekiyor. Sanırsam kitap meşhur. Ben meşhur olduğu için ya da yazarına ödül layık görüldüğü için değil ya da okunması zorunlu olduğu için değil. Yazarın "en iyimser ve en renkli" romanını merak ettiğim için de okumuyorum. Ben yazarı kendime yakın da görmüyorum. Hoş bazen insanlar benzetmiyor da değil ama alakası yok inanın. Ben kimliğimi aradığım için okuyorum. Çünkü o kitap insana kimlik verecek gibi bi izlenim veriyor insana. Hani kimliğim yok da değil, var ama cidden sen kimsin sorusuna bir cevap olmalı ve bu cevap da bir kelime olsun artık. Kısa ve öz, anlamlı ve derin. Mesela Kırmızı mesela bir Ölü. Örneğin, ben bir ölüyüm, cesedim diyebilmek yürek ister ve bu kitap bunu veriyor. Bu kitabın adı Benim Adım Kırmızı. Okuyorum, ama arıyorum da. Beni tek kelimeyle anlatacak kelimeyi arıyorum. Peki sen de bu oyna dahil ol.
Sen
kimsin ve senin adın ne?

Bekliyorum efendim cevaplarınızı. Benim adım beklemede.

20070123

Konuşamıyorum!




Sazlıklardan havalanan, bir ördek gibi sesin Ürkek, şaşkın, kararsız duyuyorum.
Ve sen bir gökkuşağı, kadar güzelsin. Rengarenk ve az sonra gidecek
görüyorum...Konuşamıyorum... Konuşamıyorum!!!


Güzel bir parça. Evet güzel bir parça çünkü kafiyeleri var! Şiirleri şarkı yapan öğelerden biri olsa gerek kafiye. Redif vardır, tunç vardır zengin kafiye vardır. Tam olur bazen, yarım olur arasıra. Şiir gibi derler ya bazen. İşte benzetmenin doğuş yeri de kafiyedir. Kafiyeler güzeldir. Ben kullnamam, kullanamam da. Ayrıca ben konuşamam da. En azından konuşmayı da bilmem. Mesela anlamı devrik bir cümle kurdum. " Konuşmayı da bilmem ne demek" tanrı aşkına? Konuşmasını da bilmem demek gerekirdi. Tek sorunum bu olsa gene iyi. Konuşma dediğin akıcı olmalı. Su gibi gitmeli değil mi? Evet su gibi akıcı olmalı. Ama olmuyor, kafiyeli konuşamıyorum. Konuşsam da yapamıyorum elime yüzüme bulaşıyor saçmalıyorum.

Hani olur ya konuşurken heyecanlanır, susar insan; işte onun gibi bir şey değil bu. Sorun da belki şurada: Türkçe zengin bir dil. Mesela heyecanlanır susar insan dedim, susamaktan bahsettim. Ben suyu da bol içerim. Bir içim su. Ben bir de içerim, iki de. Su gördüm mü içerim. O yüzden susamam belki, ama şu anda susadım teorim çöktü. Zaten teoriler de çökmek için vardır değil mi? Evet. Pisagor teoremi, mesela sallantıdadır. Her an çökebilir. Ben görmedim çöktüğünü ama gelecekte çökecek inanın bana. 3-4-5 üçgeni diye de üçgen olmaz bir kere. İşte fizik burada manyar zaten. Fizik teoremler üzerinde ayakta durmaya çalışır, bilgi de teoride kalır. Teori eşittir sallantıysa, bize öğretilen fizik sallamadır. İnanmayın fizikçilere. Onlar da konuşmayı bilemezler. Siz onların dilinden anlamayı beklersiniz, olmaz, konuşamazlar ya lamda derler psi derler ro derler de fiziği anlaşılır kılamazlar. Sorun kimse de değil efendim. Fizik eşittir sallantı.

Sağlıcakla kalın efendim. Sağlıcakla ince efendim.
Konuşamıyorum işte...

20070116

Dündür benim doğumgünüm

Muse-Origin of Symmetry albümünden Bliss çalarken, uykusuzluğun etkisiyle kendime gelmeye, enerji toplamaya çalışıyorum Onaltı ocak oldu bile. Günlerin hızına diyecek yok. Sanki arkamızda bir Shinigami var! Onbeşini de gördüm ama ben 2007'nin. Hem de yaşamak istemeyeceğim bir yoğunlukta. Hatta öyle bir gündü ki kendisi yetmedi 24 saate, aydan bir gün daha aldı.

Onaltısı devam ederken şafak vakti güneşin doğuşuna rast geldim bugün. Kırmızı gökyüzünde elimde kağıtlarla, gözüm gökyüzündeydi. En uzun günümü geride bırakmıştım, hiç uyumamıştım gülmüş, güldürmüş; mutlu olmuş ve mutlu etmiştim. Olmak istediğim Mustafa'yı mı görmüştüm yoksa? Halbuki elimde sadece kağıtlar vardı. Acaba benim kaderim miydi o kağıtlar? Olmak istediğim yerde de elimde kağıtlar olacak kesinlikle.

Kağıt, sözüm sana sen olmasaydın bugünlere gelemezdik. Doğumgünümü kutlayan ilk kişi de sendin zaten. Üniversiteye girişimi belgeleyen, doğumumu gösteren de sendin. Sen yanımda oldukça gücüm daha da artacak.

Biliyorsun ya kağıt, dün benim doğum günümdü. Ben doğum günlerini sevmem; ancak kutlanmasını isterim. Kutlayanlara teşekkürü borç bilirim. Şimdilik eski yıllardaki gibi büyük bir parti(!) yapmasam da gene de güzeldi. 2006 yolda geçmişti. Elimde yine bir kağıt vardı. Dönüş biletimi gösteren 15 Ocak tarihli bir kağıt.

Teşekkürler kağıt senin de doğum günün kutlu olsun.

20070105

Pinokyolar sardı etrafımızı

20070102

Emektar


İnsan yaptığı işin karşılığını görmeyi ister. Bazen olur ki ama çalışırsın da karşılığını alamazsın. Kimi zaman olur ki çalışmadığın halde başardığına inanırsın. Bana kalırsa bir defter var. Ne kadar çalıştığımızı, emeğimizin ne olduğunun tutulduğu. İşbu ya bu defterdeki ufak bir işlem hatası hemen telafi edilesi bir yer buluyor hesabı düzeltiyor.

Benim bu konudaki deneyimim kesin ama bilimsel olmayan gözlemlere dayanmaktadır. Adım gibi emin olarak söyleyebilirim ki çalışarak girdiğim lise tarih sınavlarından hep düşük almışımdır. İronisi ise nedense hiç çalışmadığım bilimum diğer derslerde kendime yeter bir puan almışlığım mevcut. Ama ne mutluyum ki ilk tarih sınavından 24 gibi bir not almama rağmen 3 yıl boyunca ısrarla değişmeyen tarihçim Simay Hoca'nın son sınavdan 100 alarak mezun oldum. İtiraf etmek gerekirse lisemin son yılında tarih çalışmamak iyi olmuş. :)

20070101

Bir gün daha

2007'nin ilk günün 20. saati bitmek üzere. Aslında 21. saatin içinde olunup 22. saate girilecek sayısal olarak. Ama mantıksal olarak ya da duygusal olarak insan zamanı geriye atmak istiyor. Ben o gerici insanlardanım itiraf etmek gerekirse. Mesela yaş meselesi buna büyük bir örnektir ve ülkemizde hep tartışılagelmiştir. Kendimi küçük göstermek benim için bir erdem olsa gerek sürekli içinde olduğum yaşı söylerim. Meğerse içinde olduğumuz yaş bizim bitirmiş olduğumuz yaşmış. Mantıken bana hala saçma geliyor ama futbol ya da basketbol maçlarına gözümüzü çevirdiğimizde bir de ne görelim adamlar 40. dakika 41. dakika sayıyorlar. Eğer adamlar doğruyu söylüyorlarsa matematiksel olarak bi' dayanakları olsa gerek; ama hala mantıklı gelmiyor be.

Anlaşılan maçlardaki kronometre mantığıyla yeni yılın 2. günü bana göre ısrarla birinci günü 2007'den beklenmeyen bir şekilde sıkıcı geçiyor. Yada geçti. Ama dedikleri gibi benim hala umudum var.


2006-2012

Hayır efendim bu kesinlikle ek$isozluk özentisi bir yazı değildir, sadece ucu kıytırık yerlere varan kendi öz inancımdan kaynaklanan bir bitim tarihi ve copyright mevzusudur. İşbu yazı burada olduktan sonra buradaki yazılar ve imajlar Birleşmiş Devletler İnterneti Koruma ve Geliştirme yasası altında ulvi haklar doğrultusunda korunmaktadır. Şimdilik buradaki yazılar, mittafa tüzel kişisinin okilovebeytiverymuch adıyla internete bir yansımasıdır ve bu yansımayı mittafa pek sevmektedir. Hatta bu tüzel kişi, artık tüzel olmakla kalmamakta, tüzel kişilikleri içermektedir, içerecektir, içermelidir. Eğer bu itirazınız varsa bi şekilde ulaşmanız pek tabii mümkündür. Süpaneke dinimiz amin